Ferda Boz Güneri
- Ayrıntılar

Hafta sonuna doğru güzel şehrim Konya’ mızı ziyarete gittik, mezuniyet töreni bahane oldu. Akraba, eş dost gördük. Özlediğimiz gönül bağımız olan mekan, kişi ve kabir ziyaretleri yaptık.
Ayrıca yıl sonu karne telaşı olan gençler, üniversite sınavına girenler, üniversiteden mezun olanlar tam bir yıl sonu birikimi gibiydi. Hepsine başarılar dilerim.
Konya dendi mi en başta akıllara Hz. Mevlâna gelmekte. Hz.Mevlâna’yı ziyaret etmemin hazzı hala içimde. Oranın manevi atmosferi sizi sizden alıyor, sanki o günlere götürüyor. Ziyaretçilerin kalabalık oluşu da güzeldi.Girişler ücretsizdi.
Yeni örtüsü güzel ama sanki eski örtüsü daha bir güzel ve de gösterişliydi. Sultan Abdulhamit Han’ın örtüsünün aynısı yapılabilirdi. Hz.Mevlâna’ya yakışan şekilde ihtişamlıydı. Osmanlı eseriydi. Şimdi ki sandukasının örtüsü (puşidesi) kısa olmuş. Selçuklu dönemine ithafen yapılmış deniliyor. Hz Mevlâna’ya sanki uzun giyim, uzun örtüler yakışıyor. Semazenlere bakalım, onların da elbiseleri dahi uzundur. Eski örtüsüde, eski eserleriyle birlikte içeride sergilenmekte.
Türbe dışındaki odalardaki düzenlemeler aslına uygun, muhteşem olmuş sanki o günleri yaşatmakta. Aşçı ateşbazının heykeli sanki bakışı bizlere hitap ediyor.Canlanmışlar da gelmişler bu günümüzde de ocaklarda dergaha gelenlere aş kaynatıyorlar gibi. Talim gören mevlevi tahtasında semazenin eğitmenine saygısı duruşu bu günün hoca ve talebelerine örnek olacak güzellikte. El yazması eserler, Sakal-ı Şerif in olması insana sanki hacda gibi manevi duygulara çağırıyor. Neyler,tesbihler, ders odaları, kudümler sanki bu güne kadar gelen gönüllere hitap edip, gönülleri döverek altına çevirmekte.
Ne diyorlar; “Edeple giren, lütufla çıkar” Edep hem insanların kişiye karşı saygı beslemesine sebeptir hem de yaratanın kuluna lütuf ile muamele etmesine vesiledir.
Güzellikleriyle Hz.Mevlana bizim, bizimle, bizim şehrimizde…
- Ayrıntılar

Salavatın mânası ve esası, Allah Resulü (asm)'ne dua edip, makam ve mevkiinin daha da genişleyip parlak bir hale gelmesi için Allah’a ricada bulunmaktır. Zira bu sofra, bütün insanların müşterek bir sofrasıdır. Bu sofranın genişlemesi bütün insanlık içindir. Yoksa salavat sadece Peygamber Efendimiz (asm)'in şahsî kemalatını inkişaf ettirmeye matuf bir şey değildir.
Öyle ise, salavatın küllî bir gayeye hitap ettiğini bilip, ona göre salavat getirmeliyiz. Böyle azametli bir netice için dua ettiğimizin farkında olmak, tekrar tekrar salavata bir şevki içimizde hissederiz.
Allah’ın rahmetine ulaşmanın yolu iman ve salih ameldir. Her iki konuda da tek rehberimiz Allah Resulü’dür (asm.) Salavat ise Peygamberimize bir rahmet duası olup feyizli ve bereketli bir salih ameldir.
Biz, Peygamber Efendimize (asm) salâvat getirmekle, Allah’ın o sevgili Habib’ine ettiği rahmeti daha da artırmasını dilemiş oluyoruz. Ayrıca, “Sebep olan işleyen gibidir” hükmünce, yaptığımız bütün ibadetlerin, ettiğimiz bütün hayırların bir katı da O’nun (asm) mizanına geçiyor. Böylece o Allah Resulü'nün yanında, inşallah, şefaate layık olmaya çalışıyoruz.
Salâvatın esası rahmetle alâkalıdır. "Salavatullah" Allah'ın rahmet ve inayeti, kusur ve günahları af ve mağfiret etmesi mânasına geliyor. İnsanlık Allah’ın af ve rahmet kapısını en güzel bir şekilde salâvat ile çalar. Bu yüzden salâvat ile rahmet arasında çok sıkı bir münasebet vardır.
Müslümanlar Resul-i Ekrem Efendimize (asm) salavat getirmekle, bir bakıma, ona kendilerini temsil hakkı vermektedir. O da kendisine getirilen salâvatlardan aldığı manevî kuvvetini ve hakkını mahşer günü ümmetine karşı gösterecek, onların affına vesile olacaktır. Zaten şefaatin de salâvatın da asıl gayesi, İlâhî rahmeti celp edip affa mazhar olmaktır.
- Ayrıntılar

Memleketimi özledim.. Herkesin memleketi var içinde yaşanılan veya uzakta kalıpta hasret yaşayan.
Yatsı ezanı okundu yanık yanık, içime dokundu.
Yanağımdan süzülen üç beş damla göz yaşı,
Dökülerek mazideki hatırlarıma tutundu.
Memleketimi anlatayım içimden geldiğince.
İnsanını, havasını, doğasını,
Çiçek açmış yaylasını ovasını.
Emirdağ’larını, yılkı atlarını.
Kuzuların meleme sesini çanla karışanı,
Pidecide pişen peynirli pidesini,
Güvecini, mercimekli bükmesini.
Uzun çarşıda dolanırım manifaturacılarını,
Çiçekli pazenler, viskon, kutmu kumaşlarını,
Yoğurt pazarını, sıra sıra dizilmiş helkelerde,
Taş gibi duran koyun yoğurdunu.
Çay deresinde akan suda yünlerini,
Tokaçlayarak yıkayan kadınları,
Çağıl çağıl akan suyun sesini,
Sobalı sınıfımı, siyah önlük beyaz yakalıkla,
Kurdelalı saçımı, sabo ayakkabımı.
İlkokuldan çıkan çocuk seslerini…
- Ayrıntılar
Siz arkadaşlarıma gözlemlerimi paylaşmak isterim.
Sandık başında müşahit değildim ama bekledim seyretmek için. Neler yapılıyor nasıl oylar sayılıyor ömrümde ilk defa izleyecektim.
Bir köşede yer buldum, başladım izlemeye. Yaşım 57, ev hanımıyım ve de üç torunum var.
Önce kaç kişi liste de onu açıkladılar .
Sonrasında kaç kişi oy kullanmış kaç kişi gelmemiş onu söylediler.
Sandık başkanı ve bir görevli kullanılmayan kalan zarfları ve oy pusulalarını önce bir çuvala koyup, ağzını iple bağlayıp müdürlediler.
Sonra sandığın mührünü açtılar, sandık açıldı. Zarfları tek tek saydılar.
Sonra zarfları tek tek dikkatle açtılar. Müşahitlerin elinde oy sayımı için kağıtlar bulunmakta. Hepsi açılan zarflara kartal bakışı bakıyorlar dı. Zarftan çıkan kağıtları büyük olanı bir tarafa açtılar, küçük olanları bir tarafa açtılar önce tasnif ettiler.Sonrada bir küçük kağıdı, devamında büyük kağıdı aldı okudu. Kolay bir durum değil di.
Sabahtan itibaren sandık başında görev yapan insanlar son zamanda hem stresli hemde yorgunlar dı. Oy pusulalarını havaya kaldırıp okumalarını istediler, müşahitlerin göreceği şekilde. Görevli kağıttaki mühür kime basıldıysa onu göstererek söylüyor, herkeste elindeki oy sayım pusulasına işaret koyuyor, oy kime çıktıysa.
Her yirmi sayımda bir kişi oyların kime nasıl dağıldığını söylüyor, diğer müşahitler de tamam diyorlar, bizde de sayı aynı diye. Oy kağıtlarının çokluğundan artık müşahitlerde dikkatli bakmayı azalttılar, ellerindeki kağıda bakmaya, söyleneni işaretlemeye başladılar.
Bu arada okuyan görevlide yoruldu ve kağıttaki ilk gördüğü şeyi okuyup, kağıdı görevliye vermeye başladı. Bi ara eli havada kağıdı kapattı ve çıkan oyu söyledi kağıdı indirirken mühürün iki yere basılmış olduğunu gördüm itiraz ettim . Herkes işaret koymuştu elindeki oy sayım pusulasına.
- Ayrıntılar

Bir atlı geliyor, binicisi şanlı mı şanlı,
Adeta benzer, yirmilik delikanlı,
Vatan, millet, bayrak aşkı davası,
Sarmış her yanını, Türkiye sevdası.
Ne denirse densin, bilir kendini,
Yoluna koyar, bir tek canını,
Adalet maşalesi yakar önüne,
Yürümez denilen müşküllerini,
Dua alır, ardına düşer, bitirir işini.
Hakka dayanır inancı, dağ gibi,
Ondan alır, gayret ve kuvvetini,
Şaşırmasın kimse, dünya lideridir,
Akıllar ermez, oyunlar ona zarar vermez ,
Hikmetledir her işi.
Boş konuşanlar, ne derse desinler,
Yol açar, gelecek olan yarınlara hazırlık var.
Durmaz, ileri daima güvenle bakar,
Koşan atlısına, koştukça açılan hanlar var..
- Ayrıntılar

Merhum Mustafa Fehmi Gerçeker (ö. 1950) Hilye-i Fahr-i alem adlı eserinde, ilahî san’atın bir lütfü ve ihsanı dediği Efendimizin gül yüzünü, muhtelif beyitlerde bakınız ne güzel tasvir ediyor:
Şîrin yüzü Fahr-i enbiya’nın
Bahşayiş-i sun’udur Huda’nın
Vurmuş yüze gönlünün safası
Aşıklara can verir ziyası
Parlak yüzünün beyazı parlak
Titrerdi yüzünde nür-ı mutlak
Parlar yüzünün bu penbe rengi
Gülzar-ı zeminde yoktu dengi
Mümkün mü gören o bînazîri
Gül renginin olmasın esiri
Baktıkça bakar, dalar hayale
Gözler doyamaz o meh cemale
Açmış o güzel yüzünde güller
Geysüsuna bağlıdır gönüller
Bir kerre gören o gül’izarı
Yad etmez olurdu lalezarı
- Ayrıntılar

Çocuklara olan sevgisinden dolayı onlara tesadüf ettikçe dâima selamlardı. (Ebû Dâvud)
Resûl-i Ekrem (s.a.v.) anne ve baba ile çocuklara dâir hâdiselerden son derece mütehassıs olurlar ve bunlan dinlemek isterlerdi. Bir gün fakir bir kadın, iki kızı ile Hz. Âişe (r.a.)’yi ziyaret etmiş ve Hz. Âişe (r.a.) evde onlara ikram için bir hurmadan başka bir şey bulamayınca hurmayı anneye vermiş; anne de hurmayı ikiye bölerek çocuklarına yedirmişti. Hz. Âişe (r.a.) bu hâdiseyi Allah (c.c.)’ın Resulü (s.a.v.)’ne anlatınca Efendimiz (s.a.v.) şu sözleri söylediler:
“Çocukları hakkıyla sevmek ve onları korumak Cehennemden kurtuluştur.”
(Buhârî)
Ashâb’dan Câbir b. Semûre (r.a.) anlatıyor:
— “Bir gün Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’le namazımı kıldım. Namazdan sonra Resûl-i Ekrem (s.a.v.) evlerine gidiyorlardı. Ben de kendilerini ta’kib ettim. Rsûl-ı Ekrem (s.a.v.) yolda ba’zı çocuklara rast eldiler; hepsini okşadılar, beni de onlarla beraber okşadılar…”
Bir gün Resûl-i Ekrem (s.a.v.), bir çocuğu severlerken bir bedevi gelmiş ve Allah (c.c.)’ın Resulü (s.a.v.)’ne:
“Siz çocukları bu kadar seviyorsunuz, benim on torunum olduğu halde bir defa bile kucağıma alıp sevmedim!” demişti de Allah (c.c.)’ın Elçisi (s.a.v.) de:
Devamını oku: PEYGAMBER (S.A.V.) EFENDİMİZİN ÇOCUKLARA ŞEFKÂT VE SEVGİLERİ














